16 Kasım 2013 Cumartesi

Yaşamın Kıyısında(2007)

   Yaşamın Kıyısında Almanca adıyla "Auf der Anderen Seite" ingilizce adıyla ise "The Edge Of  Heaven" 2007 Türk-Alman yapımı Fatih Akın filmidir. Fatih Akın bu filmi çekmeden önce Crossing The Bridge belgeselinde İstanbul'a yapmış olduğu gezi sırasında tanışmış olduğu Dünyayı müzikle değiştirmeye çalışan insanlardan ilham aldığını belirtiyor.  Fatih Akın bu filmle Türk-Alman kültürlerini arasında adeta mekik dokuyarak insan yaşamının o ince çizgisine ulaşmaya çalışıyor.



   Filmin konusu Almanya'da yaşayan emekli ve dul olan  Ali'nin(Tuncel Kurtiz) yalnızlığını gidermek amacıyla hayat kadını olan Yeter(Nursel Köse) ile ilişkisi ile başlar. Ali'nin oğlu Nejat(Baki Davrak) ilk başlarda Yeter'in mesleğinden dolayı bu birlikteliğe karşı çıkıyor ama Yeter'in bu işi Türkiye'de okuyan kızı Ayten(Nurgül Yeşilçay) için yaptığını öğrenince düşünceleri değişiyor. Yeni yeni ısınmaya başladığı Yeter'in ani ölümü Nejat'ı Yeter'in kızını bulmaya İstambul'a gönderecek ve aynı zamanda Ayten'in 1 Mayıs olaylarında gerçekleştirdiği siyasi olaylardan dolayı Almanya'ya gitmesi ortaya birbiriyle iç içe geçmiş hikayeleri kesiştirecektir.



   Film 3 bölümden oluşuyor.İlk bölüm Almanya'da 2.Bölüm Almanya ve Türkiye'de son bölüm ise Türkiye'de geçiyor. Yaşamın Kıyısında filminin başarıya ulaşmasında bana göre en önemli etken Almanya'da yaşayan Türk vatandaşlarının sıkıntılarından Türkiye'de gerçekleşen sol siyasi olaylara kadar geniş bir yelpazede insan yaşamına dokunmasından kaynaklanıyor. Burada ki insan yaşamına dokunmayı ana karakterlerin birbiriyle kesişmiş paralel hayat hikayeler ile gerçekleştiriyor. 


Yaşamın kıyısında filmi birbiriyle kesişen farklı hayatların hikayeleri ile birlikte Shantel ve Kazım Koyuncu'nun eserlerinin yer aldığı Soundtrackı ile birlikte Tuncel Kurtiz'in Ali rolünde verdiği oyunculuk dersi bu filmi izlemeye değerli kılıyor. Ayrıca bu film Fatih Akın'a 2007 Antalya Altın Portakal ve Cannes film festivallerinde en iyi yönetmen ödülünü kazandırmıştır.


27 Temmuz 2013 Cumartesi

BEHZAT Ç.-SON HAFRİYAT(2007)

   Bu gece buraya sinemaya uyarlanmış bir kitaptan bahsedeceğim 2007 yılında Emrah Serbes' in polisiye romanı olan Behzat Ç. serisinin ikinci ve son kitabı yani Son Hafriyat'tan...


  Bu kitabı duyduğunda aslında herkesin aklına aa bu dizinin kitabı mı çıkmış dizi tuttu ya hemen kitabını basmışlar gibi basma kalıp bir düşünce gelir ama gerçek bu değil. 2006 yılında Emrah Serbes Behzat Ç. yi yayınladığında eminim o bile yarattığı karakterin Serdar Akar tarafından keşfedilip bu kadar tutacağını tahmin etmiyordu. Oyuncu seçimi konusunda usta Serdar Akar, Behzat Ç. ve diğer karakterleri (Harun, Hayalet, Akbaba, Cevdet, Tahsin..-Şevket'i sevmedim biraz daha gevşek bir abi olabilirdi-) kitapta ki ne benzer kişilikte insanlardan seçiyor. Dizi ve filmdeki tüm karakterler -Şevket Hariç- hepsi kitapta ki karakterlerin özelliklerini harfiyen canlandırıyorlar.
-Hayalet ve Akbaba Tiyatro oyuncu seçmelerinden diziye alınmışlardır.(Berkan Şal-İnanç Konukçu)
    
   Behzat Ç. cinayet büroda başkomiser hayata karşı işlenen suçlar uzmanı.Müzik dinlemez polis telsizi dinler. Kitap okumaz, gazeteye spor sayfasından başlar. Herhangi bir siyasi görüşü yok içimizden biri...Üçünçü sayfaya yansımış hali gibi, adı bile tam değil 1.Amatör' de toplara iyi vuran bir stoper iken, topları bırakıp başkalarını tekmeleye başlamış. İlk kitabı okuyanlar veya dizinin ilk bölümünü izleyenler iyi bilir. Başkomiserimiz kızının doğum gününde ki intiharından sonra hayata küser. Kitaptaki hikayeye göre hiç kimseyle konuşmaz ama bu durum filmde aynı değildir. Kitabı büyük bir zevkle okuyan beni filmde rahatsız eden durumlar buradan itibaren baslar.


   Film kitabı okumayan biri için gerçekten güzel sayılabilecek amerikan tarzı macera sahnelerine sahip ama kitapta anlatılanların aksine hızlı sahnelerin filmdeki çokluğu kitapta ki sakinliğe alışmış biri için filmi kötü yapmaya yetiyor. Örnek vermek gerekirse KASS(Kendini Ahmet Sanan Süleyman'ın) polis tarafından 3 emekli polisi öldürdü şeklinde gösterilmesi ve ayrıca filmin daha fazla ses getirmesini sağlamak için filmde Cansu Dere nin oynaması ve bu karakteri kitapta masumluğuyla tanıdığımız Behzat Ç.nin sevmeyi sevişmek için değilde gerçekten kızı gibi gördüğü akıl hastası Songül'ü oynaması bu filmi kötü yapmak için yeterli sebepler. Ayrıca filmde Accent Megane kapışması değil de kitapta ki gibi Toros-Megane rekabetini görmek daha mutlu olmamı sağlayacak sebeplerden biri olabilirdi. 


Film ayrıca dizinin bir bölümü gibi sönük kaldı. Behzat Ç. kitapları dizi olarak yayınlanmak yerine gişe ve para beklentisi olmadan kitapta ki olay örgüsüne bağlı bir şekilde 2 film olarak sinemaya uyarlansa eminim film daha fazla sanatsal olup Türkiye ve Uluslararası arenada daha fazla ödül kazanırdı. 
Her şeye rağmen Serdar Akar ve ekibine Erdal Beşikçioğlu' na ve diğer tüm CSI Ankara ekibine böyle güzel bir projeyi sinemaya uyarladıkları için sonsuz teşekkürlerimi sunarım...
(Emrah Serbes mükemmelsin kazandığın paralar her kurusuna kadar hakediyorsun.)
(Son not ulan keşke şu filmde GençlerBirliğine daha fazla yer verselerdi be :)


12 Nisan 2013 Cuma

İnto The Wild

   Merhaba sayın okuyan çok uzun bir aradan sonra tekrar karşındayım bu sefer sana bu dünya'nın aslında ne kadar boş olduğunu, insanların birbiriyle çekişmesinin ne kadar gereksiz olduğunu düşündüğüm şu günlerde karşıma çıkan ve benim bu düşüncelerimin doğruluğunu ispatlar nitelikte bir filmden bahsedeceğim.Bu sefer  filmin başını değil sana sonunu anlatarak başlayacağım.Filmin sonunda çalan ayrıca filmin müziklerinide yapan Eddie Vedder 'ın society şarkısı bize her şeyi açıklıyor(Tamam la kızma kısa kesip atmayacağım ama sonuna kadar oku bi zahmet o kadar yazdım...)

   Filmimizin kahramanımızın 1990 yılında üniversiteden mezun olmasıyla başlar.Kahramanımız Amerikan'ın gözde üniversitelerinden Steve Jobs abimizin elinden diplomasını alarak ve yüksek bir dereceyle okulunu bitirir.Kahramanımız istese her türlü zengin olabilecek büyük bir ünvana sahip olabilecek materyale sahip iken birden etrafında ki her şeyin ve bu toplum içinde yer alıp iyi bir mevkiye sahip olmanın ne kadar gereksiz olduğunu anlar ve bankada ki 24.000 dolarını ve tüm  materyallerini geride bırakıp özgürlüğe doğru yol almaya gider ve hikayemiz buradan itibaren başlar.

   Kahramanımız geçmişle olan ilişkisini koparmak için elinden gelen her şeyi yapmaya kararlıdır.Bunu çok sevdiği eski külüstür arabasını çölde fırtınanın tam ortasına bırakarak ve ismini değiştirerek yapmaya başlar.Ardından eski hayatına dair hiç bir iz kalmamış ve tamamen günü birlik konaklamalar ve hippilerle vakit geçirmeye çalışan bir genç haline bürünür.Sadece gününü kurtaracak küçük işlerde çalışıp yeni maceralara atılmak için gün geçirmektedir.Gencimiz yeni haliyle gittiği her yere enerjisini götürüp insanlara kendisine hayran bırakmaya başlamaktadır.Ama kahramanımızı bu hayatta memnun edecek sadece tek bir şey vardır, o da Alaska'ya gidip özgürlüğün tam ortasına medeniyetin olmadığı topraklara gitmektir.


   Alaska'da ki ilk günlerinde çok sıkıntı çeken kahramanımız orada bulduğu ufak bir minibüsün içinde kendisine yetecek bir ülke oluşturur. Burada Alaska öncesinde ki günlerde topladığı mini ansiklopedisi ve gittiği yerlerde kendi düşüncelerine yardım eden insanlardan topladığı araç ve gereçlerle özgürlüğünün ne  demek olduğunu anlamıştır. Gecirdiği tüm günleri anlatan bir günlük çıkarmış artık kendisine en çok yardımeden insanlardan birinin yanına gitmeyi hayatını orada sürdürmeyi düşünmektedir.Ancak tek bir sorun vardır.İlkbahar gelip yağmur ve kar suları gidebileceği tüm yolları kapattığı için artık Alaska'ya tutsak bir yaşam biçimi sürdürmektedir.Sıkıntıları daha da büyümüş etrafta avlayabilecek yeterli hayvan kalmamış ve yanında getirdiği yiyecek malzemeleride bitmiştir. Artık Alaska'da geçirdiği günler eskisi gibi zevk vermeyip
aksine kendisine eziyet vermeye başlamıştır. Bu minibüste geçirdiği son günlerde yşanılan mutluluğun aslında paylaşılması gerektiğini dünya'da hala sevilebilecek insan olduğunun öğrenmiştir.

   Alexander Supertramp yani Christopher McCandless yaşadığı bu değişik hayat tarzı ile bizlere aslında bazı şeylerin ne kadar değerli olduğunu bu dünya'da her şeyin para kazanmak ve ünvan sahibi olmak olmadığını göstermiştir. İlk başlarda Sean  Penn ismi bana pek heyecan vermese de(Her ne kadar görüntü kötü olsa da) filmde uyguladığı kurgu düzeni ve hikayeyi anlatış biçimi ile tam notumu almıştır. 
 

15 Ocak 2013 Salı

İki Resim ve Mehmet Emin Toprak

          
              Kasaba                                     Uzak

  Nuri Bilge Ceylan tarafından hafızalara kaydedilmiş iki resmi  arasında ki farklar:

-Birisi yemyeşil bahar aylarında çekilmiş, diğeri kışın ayazında..

-Birisi Dünyanın en büyük metropollerinden birinde resimlenmiş, diğeri ise Kasaba'da..

-Birisi 28 yaşında aramızdan ayrılan Mehmet Emin Toprak'ı ölmeden 3 yıl önce 25 'inde ölümsüzleştirmiştir.Diğeri ise 20 'sinde bıyıkları yeni terlemiş bir delikanlı iken..

-İkisinde de Mehmet Emin Toprak'ın hayatında kat edececeği yollar resmedilmiştir sanki.Birisinde yol uzundur .Kasaba'dan sonra Mayıs Sıkıntısı gelecek sonrasında ise Uzak.Yolunda bir kaç dönemeç daha vardır.Diğerinde ise yol çok kısadır sadece bir dönemeç vardır ve dönemeçten sonrası gözükmemektedir.

-Birisinde Mehmet Emin Toprak'ın daha yapacağı çok işi olduğunun farkında, kendinden emin vakur bir duruşu var iken; diğerinde ise bir tedirginlik dönemeçten sonrasını görememenin belirsizliği vardır.Mehmet Emin Toprak Uzak'ı görememektedir.

-Birisi Mehmet Emin Toprak'ın ilk filmidir, diğeri ise onu izleyeceğimiz son filmi Uzak'tır.O'nsuz Nuri Bilge Ceylan filmleri bir kişi eksiktir artık.

18 Kasım 2012 Pazar

ANAYURT OTELİ(1987)

     Film Yusuf Atılgan' ın aynı adlı romanından beyaz perdeye uyarlanmıştır.Atılgan önceleri kendini edebiyat dünyasına "Aylak Adam" adlı roman ile benimsetmiştir.Ancak Atılgan'ın Anayurt Oteli isminde bir romanı daha vardır.Bu roman 1987 yılında Ömer Kavuk tarafından sinemaya uyarlanır ardından Anayurt Oteli bir çok Ulusal ve Uluslararası arenada ödül kazanıp kendini Türk Sinemasının yapıtaşlarından biri olacak şekilde kabul ettirdikten sonra romanda bu başarıya paralel olarak Türk Edebiyatında hakettiği yeri almıştır.

    Olay bir Ege kasabasında otel yöneticiliği ve katipliği yapan Zeberced' in(Macit Koper) yalnızlık, iletişimsizlik, cinsel doyumsuzluk, şiddet ve saçma sarmalında ki tükenişini konu almaktadır.Hikaye gecikmeli bir Ankara treninin Anayurt Oteli'ne getirdiği sadece bir gün kalan ismini dahi bilmediğimiz çekici bir kadınla başlar.Burada kadının ismini bilmemek ona çekiciliğinin yanında ayrı bir gizemde katmaktadır.Böylece ana karakterimiz olan Zeberced için beklemekten mahvolacağı bir platonik aşkın tüm koşulları böylece sağlanmış olur.

    Zeberced bu platonik aşkı tamamen kendi kutsalı şeklinde görür ve gizemli bayanın kaldığı odada hiç bir değişiklik yapmaz, o odada olmasa bile onu uyandırır.Çünkü Zeberced'e göre gizemli bayanla o tek günlük yaşananlar ve bayanın geri bıraktığı şekillerde bir değişiklik olması o bayanın bir daha geri gelmeyeceğine işarettir.Önceleri kendisini Bayanın geri geleceğine inandırıp onu en iyi şekilde karşılamaya hazırlarken gelişen olaylarla ve bayanın ona geri geleceğini söylediği sürenin dolması üzerine Zeberced daha da yalnızlaşır ve bu sefer çözümü sokaklarda ve şiddette aramaya başlar...

      Bu filmin birey odaklı çekilmesi ve o bireyin psikolojik bunalımlarını göstermesi yönetmenlik ve senaristlik açısından Ömer Kavuk'un büyük başarılarından biridir.Ayrıca filmde yerinde kullanılan müziklerde filme ayrı bir hava katmıştır.Ayrıca Anayurt Oteli Ömer Kavuk'a Venice ve Nanes gibi Uluslararası arenalarda ödül getirmiştir.