12 Nisan 2013 Cuma

İnto The Wild

   Merhaba sayın okuyan çok uzun bir aradan sonra tekrar karşındayım bu sefer sana bu dünya'nın aslında ne kadar boş olduğunu, insanların birbiriyle çekişmesinin ne kadar gereksiz olduğunu düşündüğüm şu günlerde karşıma çıkan ve benim bu düşüncelerimin doğruluğunu ispatlar nitelikte bir filmden bahsedeceğim.Bu sefer  filmin başını değil sana sonunu anlatarak başlayacağım.Filmin sonunda çalan ayrıca filmin müziklerinide yapan Eddie Vedder 'ın society şarkısı bize her şeyi açıklıyor(Tamam la kızma kısa kesip atmayacağım ama sonuna kadar oku bi zahmet o kadar yazdım...)

   Filmimizin kahramanımızın 1990 yılında üniversiteden mezun olmasıyla başlar.Kahramanımız Amerikan'ın gözde üniversitelerinden Steve Jobs abimizin elinden diplomasını alarak ve yüksek bir dereceyle okulunu bitirir.Kahramanımız istese her türlü zengin olabilecek büyük bir ünvana sahip olabilecek materyale sahip iken birden etrafında ki her şeyin ve bu toplum içinde yer alıp iyi bir mevkiye sahip olmanın ne kadar gereksiz olduğunu anlar ve bankada ki 24.000 dolarını ve tüm  materyallerini geride bırakıp özgürlüğe doğru yol almaya gider ve hikayemiz buradan itibaren başlar.

   Kahramanımız geçmişle olan ilişkisini koparmak için elinden gelen her şeyi yapmaya kararlıdır.Bunu çok sevdiği eski külüstür arabasını çölde fırtınanın tam ortasına bırakarak ve ismini değiştirerek yapmaya başlar.Ardından eski hayatına dair hiç bir iz kalmamış ve tamamen günü birlik konaklamalar ve hippilerle vakit geçirmeye çalışan bir genç haline bürünür.Sadece gününü kurtaracak küçük işlerde çalışıp yeni maceralara atılmak için gün geçirmektedir.Gencimiz yeni haliyle gittiği her yere enerjisini götürüp insanlara kendisine hayran bırakmaya başlamaktadır.Ama kahramanımızı bu hayatta memnun edecek sadece tek bir şey vardır, o da Alaska'ya gidip özgürlüğün tam ortasına medeniyetin olmadığı topraklara gitmektir.


   Alaska'da ki ilk günlerinde çok sıkıntı çeken kahramanımız orada bulduğu ufak bir minibüsün içinde kendisine yetecek bir ülke oluşturur. Burada Alaska öncesinde ki günlerde topladığı mini ansiklopedisi ve gittiği yerlerde kendi düşüncelerine yardım eden insanlardan topladığı araç ve gereçlerle özgürlüğünün ne  demek olduğunu anlamıştır. Gecirdiği tüm günleri anlatan bir günlük çıkarmış artık kendisine en çok yardımeden insanlardan birinin yanına gitmeyi hayatını orada sürdürmeyi düşünmektedir.Ancak tek bir sorun vardır.İlkbahar gelip yağmur ve kar suları gidebileceği tüm yolları kapattığı için artık Alaska'ya tutsak bir yaşam biçimi sürdürmektedir.Sıkıntıları daha da büyümüş etrafta avlayabilecek yeterli hayvan kalmamış ve yanında getirdiği yiyecek malzemeleride bitmiştir. Artık Alaska'da geçirdiği günler eskisi gibi zevk vermeyip
aksine kendisine eziyet vermeye başlamıştır. Bu minibüste geçirdiği son günlerde yşanılan mutluluğun aslında paylaşılması gerektiğini dünya'da hala sevilebilecek insan olduğunun öğrenmiştir.

   Alexander Supertramp yani Christopher McCandless yaşadığı bu değişik hayat tarzı ile bizlere aslında bazı şeylerin ne kadar değerli olduğunu bu dünya'da her şeyin para kazanmak ve ünvan sahibi olmak olmadığını göstermiştir. İlk başlarda Sean  Penn ismi bana pek heyecan vermese de(Her ne kadar görüntü kötü olsa da) filmde uyguladığı kurgu düzeni ve hikayeyi anlatış biçimi ile tam notumu almıştır. 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder