10 Temmuz 2012 Salı

REQUİEM FOR A DREAM (2000)

Bazen doğruları ifade etmenin en iyi yolu yanlışları ifade etmektir...
    Hubert Selby'nin aynı adlı romanından uyarlanan Requiem For a Dream(Bir Rüya İçin Ağıt) yönetmen Darren Aronofsky tarafından 2000 yılında çekilmiştir.

    Darren Aronofsky bu filmi cok düşük bir bütçeyle çekmiştir ve bu bütçeye rağmen insanı 100 dakika boyunca mükemmel bir şekilde filmin içine çekip bittikten sonra ise insanın psikolojisinin içine edebilecek bir başyapıt ortaya koymuştur... 
    Film çeşitli uyuşturu madde peşinde hayatları mahvolan gençleri, yaşlılığın ve yalnızlığın verdiği bir bunalımla televizyonun esiri olan bir kadını konu edinir.Aslında Aronofsky  “Bir Rüya İçin Ağıt” da sadece bağımlılıkların insan hayatını ne denli etkilediğini göstermeye çalışır. Uyuşturucu, medya, televizyon, yemek, anne sevgisi gibi insanın farkında olmadan bağımlısı olduğumuz şeylerin…Senaryo standart bağımlıların bundan kurtulmak için verdiği mücadeleden oluşmaktadır.Bu onların hayattaki en büyük rüyalarıdır...

    Daren Aronofsky izlerini filmin içinde bırakmakta oldukça başarılı bir iş çıkarmıştır.Mesela; filmdeki geçiş sahneleri normal bir filme göre oldukça fazladır; özellikle uyuşturucunun alındığı sahnelerde hızlı hızlı geçen kareleri her seferinde gözümüzü kırpmadan izleriz.Ekranı ikiye bölen sahnelerde değişik açılarla değişik düşüncelere yelken açarız.Trip anlarında hızlı çekimlerin kullanılması ise yaşanılanın daha da iyi hissedilmesini sağlar ve ister istemez filmin her anında karakterlerle empati kurmaya başlamamızı sağlar...

   Film hızlı başlıyor, hızlı geçiyor ve hedefe ani bir iniş yapıyor. İçeriğe kendinizi kaptırma garantisiyle devam ettiğiniz o ilk anlardan sonra temponun düşmesi bir yana her şey hızla korkunç sonlara doğru ilerliyor ve düzelme ihtimalini bile hayal edemeyeceğiniz bir finale bizi taşıyor.
    Requiem for a Dream, sizi izlerken yorabilir. Çünkü çok fazla hareket ve sürekli konunun içinden bir an olsun uzaklasıp nefes almak istediğinizde sizi yeniden içine çekecek sahneler konuyu yüzümüze defalarca vuran bir tarzda ilerlemektedir.Ayrıca Aronofsky filmde cok fazla renk karmasına yer vermemiştir.Örneğin kırmızı elbise vurgulanarak hayal için yaşamak hayale ulaşmak için çabalamak vurgusunu bilinçaltımıza işlemeye çalışmaktadır.Cenin pozisyonu aklımızda en cok kalan sahnelerden birisidir herhalde. Bitişte de  vurgulanmıştır.. Çaresizlik, yalnızlık, bağımlılık…Daha iyi bir şekilde anlatılamazdı herhalde...
    Darren Aronofsky bu herkesi derinden etkileyen, insanların tanımlamaya çalışırken onlarca kelime sarfettiği filmini bir cümleyle tanımlamıştır: “Bağımlılığın insan ruhu üzerindeki zaferi!

    Ayrıca filmde son sahnelerde gülen gardiyan olarak kısa bir süreliğine Hubert Selby’yi görürüz. Burada onun yarattığı karakterlere güldüğünü de düşünebiliriz.
    Tüm sahnelerde en derinlerimize kadar etkilenişimizin yönetmenin ustalığından kaynaklanmasının yanında Clint Mansell tarafından yapılmış müziklerin de etkisi çok büyüktür. Öyle ki filmi izledikten çok sonra bile müziği dinleseniz bir umutsuzluk, çaresizlik hissiyle sarılırsınız.
    Benden size bir tavsiye eğer bu filmi izleyecekseniz gerçekten güvendiğiniz sağlam bir ruh haliyle izleyin; çünkü kahramanların acı biten sonlarını gördükçe ve hayatın bazı insanlara bu kadar kötü izler bıraktığını anladıktan sonra hayata bakış açınız değişip ilerleyen birkaç gün boyunca hayattan pek fazla zevk almamaya başlayabilirsiniz....


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder